6 Mayıs 2016 Cuma


Tam 1 yıl geçmişti patika koşularına başlayalı…
Nasıl bir cesaretse bendeki 5 km’lik sahil idmanlarıyla 46km koşacaktım 2015 İznik Ultra Maratonunda. Tek uzun hazırlığım iki ay önce sıfır hazırlıkla katıldığım 28km Geyik Koşusuydu.
Cuma akşamki metro yolculuğumu bu düşünceler içerisinde geçirmiştim. Geçen bir yıl bana çok şey katmış, bu yıl koşacağım yarışlar ve mesafeleri hakkında adam akıllı karar vermeye başlamıştım.Değişmeyen bir tek şey vardı o cahil cesaretim. Bu defa da 136km etabında mı koşsam, yoksa 80km mi diye düşünmeye başlamıştım. 136km için daha erken deyip fikrimi değiştirmeden 80km’ye kaydımı yaptırdım.
Ocak ayındaki Çekmeköy yarışı ile ufaktan başlamıştım sezona. Runatolia Maratonu, Nashira Ultra maratonu derken yılın ilk ayları epey yoğun geçmişti. Yoğunluk iyi de gelmişti aslında, kafam dağılmış kendime gelmiştim. Diğer taraftan kısa süre içerisinde ikinci uzun mesafeyi koşacağım için kara kara düşünüyordum. Daha önce böyle bir tecrübem yoktu ve vücudumun ne tepki vereceğini ancak yaşayarak görebilecektim. Her şeyden öncesi yapabilecek miydim. Yarışa kadar kendimi dinlemeye ve papatya falı bakmaya başladım. “Girsem mi ? Girmesem mi ? Girsem mi ? Girmesem mi ? “ “Girsem” diye çıktıkça bir papatya daha alıyor “Girmesem? mi Girsem mi ? Girmesem? mi Girsem mi ?”  diye kaçış yolları arıyordum. Allah’ım her defasında da “Girsem “ çıkıyordu.
Şaka bir yana Kartal’da Ayhan Taşkıran Abi’yle buluştuktan sonra hızla İznik’e yol almaya başladık. Saat epey geç olmuştu ve Ayhan Abi her zamanki gibi “Nerde Kaldın Aslı Çok Geç Kaldık “ dedi. Sohbet muhabbet şarkı türkü derken yolu yarılamıştık bu arada. Trafik de yüzümüze gülmüştü. “Yoğun Akıcı” ilerliyordu. İstanbul sınırlarından çıkıp doğayla iç içe kaldığımızda karşılaştığımız manzara bizi mest etmiş bile. Yarış günü yağmur da yağmayacak gibiydi. Şanslıydık yani.
Bütün bunları konuşa dururken İznik merkeze ulaşmıştık. Saat 20:30 civarıydı. Fuar alanına vardığımızda ise hayatın acı gerçeğiyle yüz yüze gelmiştik.
Malzeme kontrolü, kitlerin alınması, arkadaşlarla sohbet derken saat 22:00 olmuştu. Uyku saatim çoktan geçmişti ama ortada küçük bir sorun vardı. Yarışa girmeyeceğimden o kadar emindim ki konaklama için organizasyon yapma teşebbüsünde bulunmamıştım. O kadar ki sırt çantamı dahi hazırlamamıştım. Arabada konaklama fikrine iyiden iyiye alıştırmaya başladım kendimi artık yapacak bir şey yok. Fena huysuzlaşmıştım. Allah’tan Utku Hoca imdadımıza yetişti DSİ’ye yerleştik. Vakitli yatmama rağmen bütün gece huzursuzluğum devam etti ve doğru dürüst uyuyamadım. Sağa dön sola dön derken sabahın ilk ışıkları yüzüme vurmuştu. Erken uyanmıştım! Çantamı hazırlayıp hafif bir kahvaltıdan sonra yarış alanına gidecek olan servis aracına binmek üzere konaklama yerinden ayrıldık. Akşam ne halde dönecektim çok merak ediyordum. Start alanına giden yol o kadar uzun geldi ki nasıl koşacağım diye düşünmekten kendimi alamıyordum bir türlü. Girmeye gönlüm yoktu çünkü.
Girsem mi girmesem mi diye hala düşünmeye devam ederken kendimi gerim sayımdan sonra yarışta buluverdim.
 Neyse ki fena girmedim. Başlangıç tempomu kafamda hızlıca belirledikten sonra başladım koşmaya. Ayhan Abi’yle birlikte ilerliyorduk. Kısa bir süre sonra Volkan ve Selçuk’la karşılaştık. Volkan’ın yarışı iyi bir sürede bitireceği belliydi gerçekten de öyle oldu. Bir süre onların temposunda ilerleyeyim dedim hafiften artırdım hızımı. Tempoyu artırmak bacaklarıma ve nefesime iyi gelmişti. Sohbet muhabbet derken ilk kontrol noktasına kalabalık bir grupla çoktan ulaşmıştık. Yarışın başlangıcı olduğu için masadan yarım dilim muz alıp hızla yola devam ettik. Geçerken Menderes Yaylalarının fatihi Özcan’a el sallamayı da unutmadım. İlk kontrol noktasından sonra yavaş yavaş 130 km koşan arkadaşlarımızla karşılaşmaya başladık. Hepsiyle tek tek selamlaştık. Saatlerdir koşmuş olmanın verdiği yorgunluk yüzlerinden ve bacaklarından rahatlıkla okunabiliyordu. 130km koşmadığıma o an şükrettim. Göl kenarı, zeytin ağaçları, su geçişi derken epey zaman geçmişti ve daha sonra başıma güzel işler açacak olan ilk tuz tabletimi almıştım!

Volkan ve Selçuk tempoyu artırıp Ayhan Abi de yavaşlatınca uzun süre sürdürebileceğimi düşündüğüm tempomla tek başıma devam etmeye başladım. Tahmin ettiğimden daha iyi bir tempo tutturmuş 2. kontrol noktası olan Solöz'e erken ulaşmıştım. Bu istasyonda suyumu doldurup Gülseren Yıldız'ın hayır duasını aldıktan sonra zaman kaybetmeden yoluma devam ettim. Uzun süre yalnız koşmanın verdiği şaşkınlıka istasyondan çıkmak için epey debelendim. Gönüllü arkadaşlar şu taraftan diye yolu gösteriyor ben ısrarla ters yöne koşuyorum. Neyse ki doğru yolu buldum en sonunda. Sıcaklık dışında da bir sıkıntım yoktu. Köyün içinden geçerken ip atlayan kızlara takıldım biraz. Zaman olsaydı daha çok takılırdım ama yarış işte.. Ayrılıp yoluma devam ederken aralarından biri “Aslanım Abla” diye bağırdı arkamdan. Çok güldüm kendi kendime. Onlarla eğlenmek hızımı artırmıştı. Motivasyonum da iyice yükselmişti. Bu arada zaman ilerlemiş arada birkaç tane tuz tableti daha almıştım!
Yokuşları inişlerden daha çok seviyorum ama Solöz'den sonraki tırmanış çık çık bitmedi. Tırmandıkça yenisi çıktı karşıma. Etrafımda kimse de yoktu. Tempoyu korumak için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Aklıma Faruk Hoca’nın tırmanışları geldi. Ha gayret dedim kendi kendime. İşe yaradı valla fena gitmedim. Bu arada ellerimin şiştiğini fark ettim. Ters giden bir şeyler vardı ama ne?  Nihayet yokuş bitti, yol düzleşti ve iniş başladı. İnişte belim ve ayaklarım ağrımaya başladı. Riske atmamak için tempoyu düşürsem iyi olacaktı. Moralim bozulmuştu. Tam bu sırada arkamdan bir ses geldi. “Aslı Bacaklarını Açarak Koş” . O noktadan sonra uzun süre tempolu koşma cesaretini veren Bahadır İşseven abiden başkası değildi bu ses. Ne kadar iyi gelmiştiJ  Öyle böyle derken Narlıca'ya giriş yaptım. İstasyona ulaştığımda gönüllü arkadaşlar bir taraftan çorba uzatıyor, diğer taraftan tuzlanmış portakal. Birsi su şişemi dolduruyor, öbürü sandalyeye oturup dinlen diyor.  Allah’ım cennete mi geldim yoksa dedim.

Bu arada parmaklarımdaki şiş yüzüme ve dudaklarıma yansımaya, dizlerimin bağı çözülmeye başlamıştı. Ne olduğunu anlamasam da ( sonradan fazla tuz tableti almaktan kaynaklandığını öğrendim ) önemsemeyerek yürü-koş temposuyla ilerlerken bulduğum her oluğa giriyor güneşin ve ağrılarımın etkisini azaltmaya çalışıyordum. Öyle inişler vardı ki değil koşmak adamakıllı yürüyemezsin bile. İlk dik inişte tosladım yere zaten. Biraz daha uğraşsam patates çuvalı gibi yuvarlanacaktım. Baktım olacak gibi değil oturup kaymaya başladım. İyi de oldu hızlı iniş yaptım. Birkaç km sonra Kemal Kukul abiyle karşılaştık ve kısa bir süre birlikte ilerledik. Uzun süre tek başıma koştuktan sonra onu gördüğüme çok sevinmiştim. Müşküle istasyonuna gelip Nur Çubuk’u gördüğümde yüzüm daha bir gülmüştü ama patikanın ve ağrıların gerginliğinden kaçıncı km ‘de olduğum söylendiğinde “Nasıl ya daha o kadar mı koşmuşum” deyip bir miktar söylendim. Çay da yoktu zaten.  (Yarış boyunca o kadar söylendim ki son 300 metre kala bile hala konuşuyordum.) Güzel olan tek taraf bu mesafeye kadar kaybolmamış olmamdı. Parkur işaretlemesi o kadar iyiydi ki ben bile yolumu şaşırmadım.
Süleymaniye istasyonuna giden 10km’lik parkurda ilerlerken bir de mide bulanmaya başladı, bacaklarım iyiydi ama koşacak halim yoktu. Toplamak için “ Başladıysan Bitireceksin” demekten başka bir şey geçmiyordu kafamdan. Kendimle boğuşurken arkamdan Naim Emre Bolat yetişti. Emre durumumun iyi olmadığını fark edip ne olduğunu sordu; midem bulanıyor ve dizlerimin bağı çözüldü dedim. O ana kadar bir şey yemeden sürekli tuz tableti tükettiğim aklıma geldi.  Hemen çantasından iki tane zeytin verdi. Ultra koşularını bunun için çok seviyorum; omuz omuza mücadele etmenin, dayanışmanın ne olduğunu bizzat yaşayarak görüyorsun. Düşünsenize dağın başındasın sadece kendine yetecek kadar yiyecek alıyorsun ve senden kötü durumda olan birini görünce hiç düşünmeden onunla paylaşıyorsun.

Emre daha sonra çantamı çıkarıp uzanmama yardım etti. Dinlenmek belime iyi gelmişti. (Çanta fena baskı yapmıştı. Ağlasam ne yazar ağrıyor işte) Toparlandığıma ikna olunca da hızlandı. Yolunuz açık olsun deyip bir süre daha uzanmaya devam ettim. Mide bulantım iyiden iyiye artmıştı. 10-15 dakika kadar ağaçların altına uzandım,  bacaklarımı esnettim. Bu arada 2 bayan önüme geçmişti. Üzüldüm doğal olarak, yarışın bitimine 35km kalmıştı. Gücümü toplayınca karşılık verebilirdim ama “hırs yapmayacağım ve yarışı rölantiye alacağım” dedim. Önümde başka yarışlar vardı ve burada kendimi tüketmemeliydim. Sonradan karşılaştığım 130km etabında koşan Mustafa geri sıraya düştün dediğinde  “Sıkıntı Yok Geçsinler” derken bu kararı çoktan vermiştim. Çok şaşırmıştıJ Bu arada dinlenmek iyi gelmiş ve hızımı artırmamı sağlamıştı. Aykut Üstündağ abinin fotoğraflarımı çekmesiyle moralim iyice yerine gelmişti. Öyle ki Süleymaniye noktasına geldiğimde Emre’yi tekrar yakalamıştım. Beni görünce “sen ne ara yetiştin ya” dedi gülerek. Burada bacaklarımı uzatıp biraz atıştırdıktan sonra birlikte yola koyulduk. Ne olursa olsun yarışın sonuna kadar peşinizi bırakmayacağım dedim. Öyle de yaptım. O kadar iyiler ki ama istesem de bırakmazlardı. (Yalnız kalsaydım ne olurdu bilmiyorum )
 
Nihayet Derbent'e geldik... Son 15,5 km idi ama ne yoldu. Hava soğudu, karanlık bastırdı biz hala iniyoruz çıkıyoruz. Tam çıkış bitti deyip bir ohh çekiyorum Allah’ım bir tanesi daha geliyor. Kabus değil kara kabus. Karanlıkta koşmayı zaten bilmiyorum. Bir de üşüyorum. Üşüdükçe yağmurluğumu giyiyor ısındıkça çıkarıyordum. Bildiğin kafayı yedim.
 
Yarışın son km ‘lerine geldiğimizde Emre “Neden hızımızı artırmıyoruz belki öndeki bayanı yakalarız” dedi. Doğru ya da yanlış ama bu mesafedeki bir yarış için kendimde o hakkı bulmadım ve boşver iyi böyle dedim. Alacağım tecrübeyi ileriki yarışlarda kullanmak üzere fazlasıyla almıştım. Tek kaçırdığım eşsiz manzaraydı.
 
İznik’e ulaştığımızda araba kornaları, alkışlar, ıslıklar bütün yorgunluğumu unutturmuştu. Bambaşka anlatılamaz bir duygu bu. Çok mutluydum. Finish noktasına ulaştığımda Aykut Üstündağ, Gülseren Yıldız, Utku Hoca, Neval, herkesi gördüm. Hepsi orada bizi bekliyorlardı.
 
Bitiş çizgisini geçer geçmez Utku Hoca’nın boynuna atlayıp “ Bitti” dedim. İnanılır gibi değildi ama gerçekten bitmişti ve yeni maceralar beni bekliyordu…
 
Kaymaklı ekmek kadayıfını da hak etmiştimJ
 
Teşekkür edeceğim o kadar çok şey var ki. Böyle güzel bir organizasyonda koşma fırsatı sunan Caner Odabaşoğlu’na, tüm istasyonlarda büyük bir özveriyle çalışan gönüllü arkadaşlarıma, omuz omuza gittiğim herkese, Ayhan Abi’ye, Aykut’a Gürkan’a Orçun’a ve tabi ki Faruk Kar ve Utkuer Yaşar’a. Bana gösterdikleri sabır dolayısıyla ayrı ayrı minnettarım.
 
Ara Kontrol Noktaları Tablosu
2016 80K Ara Nokta Tablosu
No
Adı
Etap Km
Top. Km
Etap Tırm.
Top. Tırm.
Etap İniş
Top. İniş
Maks Süre
Zaman Sınırı
İkmal
Orhangazi
0
0
00:10
09:10
KN1
Örnekköy
4
4
4
4
4
4
01:00
10:00
su
KN2
Sölöz Burnu
12
16
6
10
6
10
-
KN3
Sölöz
3
19
22
32
0
10
04:00
13:00
mini
KN4
Narlıca
17,5
36,5
814
846
757
767
07:00
16:00
ikmal
KN5
Müşküle
9
45.5
534
1380
537
1304
su
KN6
Süleymaniye
10
55,5
680
2060
350
1654
mini
KN7
Derbent
15,4
70.9
339
2399
305
1959
14:30
23:30
ikmal
KN8
İznik
14,6
85,5
127
2526
598
2557
16:00
01:00
yemek